VE TRUMP DA ERDOĞAN’I ALDATTI !

“Hiç bu kadar yakın olmamıştık”

Dostluk gösterileriyle süslenmiş bu cümleyi Turmp’ın ağzından ilk duyduğum anda içimden “eyvah” demiştim… Acaba neremize kadar yaklaştılar ?

Öyle ya… Olup bitene baktığımız zaman bu yakınlığın öyle manevi bir yakınlık olmadığı çok aşikardı. Hani, tam anlayamayanlar için bir tavsiye; Trump’ın cümlesini dişlerinizi sıkarak tekrar okuyun ! Nasıl ? Daha anlaşılır değil mi ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, mevkidaşı Trump’ın seçilmesinden sonra aynı yıl içerisinde ABD’ye iki kez gitti.

Birinci gidişi 14 Mayıs 2017 tarihindeydi. Bu tarihten sadece 5 gün önce 9 Mayıs’ta Trump, ABD’nin Suriye’deki Kürt güçlerinin silahlandırılmasına yani YPG’ye ağır silahlar verilmesine ilişkin kararı onayladı. Bu onay verildiğinde, Erdoğan’ın ziyaretine dair görüşme hazırlıklarını yapmak üzere önden giden heyet oradaydı. Heyet derken… Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan. Ama neticede kendisinin geleceğini bile bile ve orada hazır bulunan üst düzey heyetin gözlerine baka baka kararı imzaladı. Ortalık ayağa kalktı, hatta Erdoğan’ın gidip gitmeyeceği bile tartışıldı. Erdoğan gitti ! Karşılıklı sıcacık dostluk mesajları verildi… Dönüşünden 1 ay sonra 15 Haziran tarihinde Erdoğan’ın beraberindeki 12 yakın koruması için ABD’de yakalama kararı çıkartıldı.

İkinci gidiş 17 Eylül tarihindeydi. Erdoğan ilk gidiş öncesi ve sonrasında olan olayları vakar ve onurla sineye çekti ama… ABD senatosu önce 8 Eylül tarihinde Erdoğan’ın korumalarına silah satışı yapılmasını engelleyen yasayı onayladı. Sonra gidişine henüz 5 gün kala 12 Eylül tarihinde, yine ABD senatosu Türkiye’deki ABD vatandaşlarını haksız yere tutuklayan Türk devlet yetkililerinin ülkeye girişini yasaklayan yasayı onayladı. Bu sefer ortalık hiç ayağa kalkmadı, Erdoğan’ın gidip gitmeyeceği tartışılmadı. Erdoğan gitti ! Karşılıklı dostluk mesajları ve yukarıda okuduğunuz cümle tarihe not düşüldü. Ancak… Erdoğan’ın dönüşünün üzerinden henüz bir ay bile geçmeden ABD bu sefer, Türk vatandaşlarına uyguladığı vizeleri dondurdu !

Fakat artık bıçak kemiğe dayandı… Trump’ın kendisini aldattığını anlayan Erdoğan, derhal talimat vererek aynı yaptırımı harfiyen ABD’ye uygulattı ! Türkiye artık ne eskisi gibi bir şamar oğlanıydı ne de ABD’nin bu yaptığı yanına kalacaktı. Gerisini artık ülkemize gelmek için ABD’deki Türk konsolosluklarının kapısında uzun kuyruklar oluşturan Amerikalılar düşünecek ! Biz devam edelim…

Şu en son vize meselesini bir vize meselesi olarak görüyorsanız ya da ne bileyim esasında bu işi tamamen FETÖ ile ilgili olduğunu düşünüyorsanız… Biraz daha düşünmenizde fayda var derim. Mesela… Diyelim ki ABD, FETÖ’yü bir uçağa koyup aynı gün bize derdest teslim etti ! Hatta yol boyu yalnızlık çekmesi diye yanına Zarrab’ı da oturttu. Halk Bankası genel müdür yardımcısı Hakan Atilla’yı da, kalbini kırdıkları Zafer Çağlayan’ın gönlünü almak için onlara kattı. Olmaz demeyin, olur mu olur ! Ama tüm bunlar olunca asla sevinmeyin… Çünkü asıl önemli olan bunların karşılığında ABD’nin ne alacağıdır !

Sizce… Şu yukarıda adı geçen şahısları bu denli önemli kılan nedir ? Ve daha da önemlisi ABD’nin bunların iadesine karşılık bizden isteyeceği şey nedir ? Ne olabilir ? Düşünmeniz ve cevabını bulmanız gereken sorular bunlardır. Sığ tartışmalara kendinizi kaptırmayın.

Hatırlayın… Yıllar önce Abdullah Öcalan bize paketlenmiş şekilde iade edildi. PKK bitti mi ? Hayır ! Peki… Fetullah Gülen iade edilince FETÖ tamamen bitecek mi ? Sanmam, çünkü gördük ki… Gizli örgütler, terör örgütleri ve devlet içerisindeki yapılanmalar kendi elebaşlarının ele geçirilmesi halinde bile faaliyetlerini devam ettirebiliyorlar. Demek ki… İş elebaşını ele geçirmekte değil, sistemi çökerterek elebaşını dahi değersizleştirip etkisiz hale getirmekte ! İşte bu maharet budur !

Biliyorsunuz diplomasinin çeşitleri var… Örneğin Erdoğan’ın Trump’ı ilk ziyarete gidip “hayırlı uğurlu olsun” demesi, resmi diplomasi. İkinci ziyaretinde Birleşmiş Milletler toplantısına katılması ve bir çok ülke lideriyle birlikte Trump’la da görüşmesi, zirve diplomasisi. Ekibin önden gidip oradaki muhataplarıyla görüşmesi, kamu diplomasisi. Bunların tümünün ortak özelliği, kamuoyuna görünür olmaları. Sıcak görüntüler, samimi el sıkışmalar, dostluk mesajları, rahat oturuşlar, bacak bacak üstüne atmalar, beden dili atışmaları, lider dediğin böyle olur yakıştırmaları vs, biliyorsunuz.

Ancak, size kamuoyuna görünmeyen bir diplomasi çeşidinden bahsedeyim. Bazıları ona arka kapı diplomasisi (backdoor diplomacy) de diyorlar ama literatürdeki doğru adı “arka kanal diplomasisi” (back channel diplomacy) ! Bu adın daha çok benimsenmesinin sebebi… İçerdiği konular ve konuların ele alınış şeklinin tamamen “arka kanal” deyince akla ne geliyorsa aynen öyle kokuyor olması. Genellikle bir konu üzerinde hasımlaşmış iki taraf arasında gelişen ve devlet sırrı sayılan bu diplomasi türünün kamuoyuna görünmüyor olmasının hem iyi hem de kötü tarafları var. Kötü tarafı; kamuoyu asla gerçekte ne olup bittiğini bilemiyor. İyi tarafı; zaten olup biteni bilseniz mideniz kaldırmaz.

İşte, yukarıdaki isimleri ve onlara karşılık olarak FETÖ ile bağlantıları sebebiyle Türkiye’de tutuklanan ABD yabancı misyon görevlileri ve casuslarını da değerli kılan… Tamamen bu arka kanal diplomasi masasındaki hamlelerdir. Fetullah Gülen misal, hakkındaki tüm suçlamalardan arınmış olmasına rağmen neden yıllardır ülkeye dönmüyordu sizce ? Darbeden sonra gelecekmiş… Neden elini kolunu sallayarak gelip, başına geçip darbeyi yönetmedi peki ? Zarrab neden ABD’ye gitti, neden tutuklandı ? Hakan Atilla’nın orada işi neydi ? Neden girişinde değil de dönüşünde tutuklandı ? Orada ne yaptı, kimlerle görüştü ? Ezberleri bozup kalıpların dışına çıkabilirseniz resim netleşir ! Arka kanalda söz sahibi olmak ve rakibinize diz çöktürmek istiyorsanız elinizde kozlar olmalı !

Bakın, 1950 yılından beri ABD ile Türkiye arasındaki asıl sorun Rusya’dır ! Türkiye ile Rusya arasında sıcak ilişki gelişmesi, ABD’nin bölgedeki nüfuzu için çok büyük tehdittir. Ve ABD, Türkiye’nin Rusya ile kendi iradesi dışında ilişki geliştirmesinin öcünü istisnasız almıştır. Örneğin 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi önceleri hep Rusya ile işliklerin geliştirildiği dönemlerdir. Sebep… ABD’nin enerji yani petrol ve doğalgaz zengini olan bu belalı coğrafyadaki nüfuzunu kaybetmek istememesidir ! Çünkü kendi ekonomisinin sürdürülebilirliği dünyada bu saha üzerindeki hegemonyasını sürdürmesine bağlıdır ! Uzun uzun anlatmaya gerek yok, daha önce defalarca anlattık !

Günümüzdeki gerçek kavga da aynen bu şekilde sürmektedir ! Rusya ve yandaşları İran, Çin ve son dönemde onlara katılan Katar’la geliştirilen ve oldukça ivmelenen ilişkiler ABD’yi bir hayli rahatsız ediyor. Türkiye ile karşı karşıya geldiği masada elini güçlü tutmak için FETÖ’yü kolluyor, Zarrab’ı, Atilla’yı, Çağlayan’ı yargılayarak ilişki ağlarını ifşa etmekle tehdit ediyor ! Erdoğan var gücüyle Rusya ve arkadaşlarına yaslanarak eline güçlü koz geçirmeye çalışıyor ! Diğer yandan FETÖ ile ilgili bulunan ABD’liler tutuklanıyor.

Biz, bir gün uçak düştü, öbür gün domates serbest kaldı, bir gün Boeing aldık, beriki gün vize dondu diye uyanırken gerçekte… Arka kanaldan neler aktığını bilmiyoruz ! Sadece gelen kokuya bakıp, neler yenmiş olabileceğini tahmin ediyoruz !

Keşke bizim için her şey gerçekte “verin papazı, alın papazı” kadar kolay olsaydı.

Tek umudumuz sonunda papazın bizim elimizde kalmaması !

ERDEN ÜÇÜNCÜOĞLU

 
Paylaşmak Zenginliktir

Yorum yapın