İnsanız neticede… Nereden baksanız tüm eylemlerimizin temelinde yaşamda kalma kaygımız başat rol oynuyor. Kendimizi ve bizden türediği için yaşam sorumluluklarını üstelendiklerimizi bu korkudan koruyabilmek için kendimizce güvenli ve özel bir alan yaratmamız gerekiyor. Edinerek, biriktirterek, güçlenerek yaratmaya çalıştığımız bu alanı daha da berkitmek, zamanla maalesef tek yaşam amacımız haline geliyor.
Bu temel korkumuzdan korunma içgüdümüz bizi daha güçlü olana sığınmaya, yaslanmaya, ona inanmaya, koşulsuz teslim olmaya itiyor. Elde ettikçe başlayan gücü kaybetme korkusu güce daha da bağımlı olma, güçlüye daha da yaslanma hırsımızı arttırıyor. Yaslandığımız gücün gerçekliğini kendi gerçekliğimiz, erdemlerini kendi erdemlerimiz, ahlakını kendi ahlakımız olarak benimseyip meşrulaştırıyoruz. Varlığımızı onun varlığıyla özdeşleştiriyoruz !
Güçlü olanın zayıfı ezdiği, yok ettiği şeklindeki doğa yasasıyla vicdanlarımızı köreltip kendimizi kolaylıkla rahatlatabiliyoruz. İnsani erdemler kolayca kenara itilip hayvanların doğasının kuralları hayat düsturumuz olabiliyor. Güçlü olabilmek, güçlü kalabilmek ve kaybetmemek için aslında zımnen hayvan olmayı bile kabul ediyoruz.
Ve kirletici siyasetin en mükemmel silahı olan “algı yönetimi” de bu zaaflarımızın üzerine bina ediliyor. Korku, korkunun güçlendirdiği inanç duygusu ve alıcılarımızın yani duyularımızın uyarılma sıklığı.
Hiç kimse kendini bu olup bitenden soyutladığını düşünmesin. Hiç kimse yekdiğerini “iyi ama aklı yok mu, iyi ama Allah akıl fikir vermemiş mi ?” diye suçlamasın. Hiç kimse yekdiğerini hakir görüp kendini temize çıkartmasın. Çünkü… Bu mekanizma içerisinde aklı kullanabilmek adına yok birbirimizden farkımız ! Sadece inanmak istediklerimiz, gerçek olarak kabul ettiklerimiz farklı. İşte kirli siyasetin “kutuplaştırma” silahı da bu mekanizmaya dayanıyor.
Kirli siyasetin sürekli ve şiddetli bir şekilde algı yönetimine tabi tuttuğu toplumların gerçeklikle tüm bağları koptu. Birçok şeyi aslında öyle olmamasına rağmen artık kolaylıkla gerçek olarak kabul ve kayıt ediyoruz. Yani öyle algılıyoruz ! Yani öyle algılatılıyor !
Gerçek dışı siyasi propaganda ve dezenformasyonun elbette çok eski bir tarihi var. İnsanlık olarak buna çok uzun süre maruz kaldık ve çok ağır bedeller ödedik. Nitekim eski dönemlerde çok büyük uğraş ve maharet isteyen, görece çok ağır işleyen bu kirlenme… Bugün elde ettiğimiz teknolojinin sunduğu inanılmaz iletişim hızı sayesinde çok ucuz ve son derece basit uygulanabilir bir hal aldı. Bir kirli bilginin yayılma hızı, onu yaymak isteyenin onu oluşturma süresinden bile kısa sürüyor. Artık… Bir alçağın bir kahramana dönüşmesi ya da bir kahramanın nefret edilen bir alçak olarak kabul edilmesi ışık hızında gerçekleşebiliyor.
Uzun süredir maruz kaldığımız vahşi kapitalizmin neolibaralizm denilen son evresinin yarattığı bu çürüme; dünyamızı kirletti, sularımızı, toprağımızı, havamızı itibarıyla sağlığımızı kirletti. Tam tersi gerekmesine rağmen; güçlü olanın güçsüzler karşısında korunmasını, kayrılmasını meşru ve makul kılarak adalet duygumuzu kirletti. Zihinlerimizi kirletti, tüm insanlığın sahip olduğu en değerli varlık olan gerçek bilgi hazinemizi kirletti. İtibarıyla öğrendiklerimiz kirlendi.
Üzgünüz ki çocuklarımıza kirli bir gelecek ve onu temizleme sorumluluğu bırakıyoruz ! Çünkü bizler… Korkularımız ve zaaflarımız nedeniyle bu kirlenmeye karşı çıkamadık. Aksine… Korkularımız ve zaaflarımızla bu vahşi kirletme eylemine katıldık. Sırf bireysel edinimlerimizi kaybetmemek için kendimizi çaresizliğe inandırarak o kadar uzun süre göz yumduk ki gözlerimiz gerçeği görme yetisini kaybetti, körleştik ! Bu kirliliğin; entelektüel, tarihi, kültürel, insani, ekonomik tüm birikimlerimizi artık hesap vermez şekilde sorumsuz ve hoyratça talan etmesine şimdi hiç tepki veremiyoruz. Toplumlar, gözlerinin önünde tüm bu olup bitene ağızlarından salya sızdırarak boş gözlerle bakar duruma geldiler.
İktidar ya da muhalefet olarak kendini hukuken meşru kılan siyasi sistemin, oyuna muhtaç olduğu bu zafiyet toplumlarının beklentilerini ölçüp karşılamaya çalışması artık gün geçtikçe daha fazla sanal gerçeklik üretmekle mümkün olabiliyor. İndirildikleri seviye itibarıyla sadece iki seçenekten birini belirleyebilme yetisine terkedilen toplumlar, kendilerine sunulan sanal gerçekliklerden korkularına ve zaaflarına en uygun olanı belirleyip sistemi meşrulaştırıyorlar.
Siyasi sistemler kendi ihtiyaç duyduğu insan malzemesini doğaları gereği toplumların kendilerini meşrulaştıran kesiminden karşılıyor. Kutuplaştırarak ötekinden korkutmaya dayalı siyasi sistemler de, kendi insan malzemesini kendi yarattığı toplumdan karşılıyor. Bu şekildeki siyasi sistemlere katılanlar bu sebeple genellikle gerçeklikle bağları kopuk, entelektüel birikimleri ve profilleri düşük, korkutan, korkan ve korktukça güce daha fazla yaslanıp biat edenlerden oluşuyor.
Bu sistemler bu sebeple gerçekliğe yaklaşmak, gerçekle bağ kurmak isteyeni bünyesinde barındırmıyor. Sonuçta… Her şeye rağmen gerçekle bağı olan, rasyonel düşünebilen, çözüm üretebilen bireyler bu hale gelmiş siyasi mekanizmaların içerisinde siyasi varlık gösteremiyor.
Tüm dünyada günümüz siyasetinin bizi içerisine düşürdüğü ve kendisinin de çaresiz peşimizden içerisine saplandığı bataklık budur.
Bu yozlaşmayı durdurabilmek için zor da olsa hala fırsatlarımız var. Bir dostum bana şunu öğretti “eğer kaybolduğunu anlarsan hemen başladığın yere dön” ! Kuruluş değerlerimiz, inançlarımız ve insani erdemlerimiz bizim için başlangıç noktasıdır.
İnsan zihnini esir almak, bedenini hapsetmekten daha büyük vebaldir. Bir insanı hürriyetinden mahrum bırakmak nasıl suç teşkil ediyorsa insanın düşünsel hürriyetini baskılamak, başkalaştırmak ve gerçekle olan bağından mahrum bırakmak artık daha büyük suç olmalıdır ! Aynı bataklığa tekrar sürüklenmemek için bunu başarabilmeliyiz.
Yoksa… Korkanların, korkutanların, korkuttukları için daha çok korkup güce daha da bağımlı olanların, güç zehirlenmesiyle daha da korkup daha da korkutanların dünyasında çıkan çatışmalardan insanlığın kurtuluşu adına hiçbir fayda yoktur !
Korku salanların kimliklerinin değiştiği ancak korku düzeninin aynı kaldığı bir ortamdan çare çıkacağını beklemek, yeniden yüklenen sanal gerçekliğin yanılsaması ve algılattığı kolaycılıktır.
Erden ÜÇÜNCÜOĞLU