ZEYBEĞİMİN DESTANI !

 

“Düştü” diye yazıldı tarihe,
Osman esir düştü !
Zaman aniden geri gitti…
İşte orada duruyordu !
Ağzı avucunda,
çaresizlik bir tasma gibi boynundan tutuyordu…
Gözlerinde yapayalnız bir sızı,
boğazı maviye,
mavisi beyaza çalan gökyüzü,
yetim bir isyanı bastırıyordu…
Öylece oturuyordu Osman !
Sarayın ihtişamına tutsak,
altın varaklı tahtında zamanı dondurarak,
tarihin şanıyla avunup
hüzünle Atalarından utanarak…
Yıllarca yerinde kalacak bir heykel gibi,
bir kıpırdasa ürkütecek gibi,
yapayalnız ve cesaretsiz,
sadece duruyordu Osman…

Aniden geri geldi zaman…
“Yeter” diye haykırdı Mustafa !
Yüreğini kendine ok yapacak bir yay gibi,
önüne çıksan üzerinden akacak bir tay,
kara bulutların arasından çakacak bir ay gibi
fırladı ayağa şahlanarak…
Karası kan kokan gecede,
Karadeniz’in hırçın dalgası
bir taze umudu taşıdı kükreyerek…
Umudu maviye,
mavisi yedi belaya çalan gözlerini dikerek,
vurup adımını toprağa,
kanatlarını göğe gerdi Zeybek…
“Vatan aşktır ! Aşıklar ölmez !”

Bastığı yerden Akdeniz görünüyordu…
İşte önünde “ana” dolu…
Erzurumlu Kara Fatma, Kastamonulu Halime
ve İnebolulu Şerife…
Adanalı Rahmiye, Aydınlı Emir Ayşe ile
Gördesli Makbule…
Düşüp erkeklerin önüne,
ölmek için yolunu gözlüyordu…
Çünkü esaret her gün ölüm,
vatansızlık cehenneme yoldur…
Ama analar cennetlik,
cennet “ana” doludur…
“Vatan aşktır ! Aşıklar ölmez !”

Bastığı yerden, batıdan doğacak güneşi görüyordu…
Torosların tepesinde bir çoban,
Arhavili bir kaptanla…
Diyarbakırlı bir Kürt,
Eskişehirli Tatarla…
Hüsmen oğlu Rafet,
Ahmet oğlu Yaşarla…
Onbeşlik Mustafa,
Ellibeşlik Hasanla…
Çetmili Kara Ali çavuş,
yarı ömür görmediği oğluyla…
Ama mutlak bir inanç, onur ve aşkla…
Afyon’da omuz omuza düşüp toprağa,
Hep beraber “Mehmet” olmak için gün sayıyordu…
“Vatan aşktır ! Aşıklar ölmez !”

Arkalarında bırakacakları yetimler…
Boş memeleri emerek,
yırtık libaslar giyip,
açlıktan çarıklarını yiyerek,
karga eti bulunca sevinip,
yanık tarlalardan kalan kıraç toprağını eşerek…
Ve şehit yolunun asla gözlenmeyeceğini bilerek !
Muhakkak kavuşacaklardı özgürlüklerine !
Ecdat dedikleri, kalan mal değil
çıkan can, akan kandır bu topraklarda…
“Vatan aşktır ! Aşıklar ölmez !”

Ayakları taştan taşa sekerek
ve her karışı yürek yürek fethederek,
bozkırın ortasına geldi Zeybek…
An geldi orta yerde öylece durdu,
Kolları havada geriliydi,
Dizini yere koydu…
Çok geçmedi,
Bir yanına horon,
Bir yanına halay kuruldu…
Kara zıpkalı uşaklar titretirken yeri,
inip kalkan eller zılgıtlarla inletti gökleri…
Davul, zurna, tulum, kemençe bir oldu…
Sesler tek ses, yürekler yek yürek oldu…

Şahadet parmağı kalkınca Zeybeğimin göğe,
kıyamet indi o anda yere…
Soldan sağdan, barut yaralarından…
Göğsünden sırtından, süngü oluklarından…
Fışkırıp dört bir yandan
akan bilmem kaç grup kan,
cem olup bu topraklarda sel oldu…
Sel serkan oldu…
Bu toprak şahadete cami oldu…
Ahh ! Ecdat dedikleri, kalan mal değil
çıkan can, akan kandır bu topraklarda…
Bin yıl geçse de, her baharda
can gibi fışkıran gelinciklerin kızılı
elbet bir başka olmalı buralarda…
“Vatan aşktır ! Aşıklar ölmez !”

Zeybeğime dil uzatırmış
canı yanmamış, kanı akmamış
ve kavgaya hiç kalkmamışlardan türeyip doğanlar…
Emperyalizmin bıçağını yalayan koyunlar,
üç kuruşa satılmış orospular
ve cepheden kaçan korkaklardan
daha şerefliydi düşmanlar…
O kahpelere rağmen yazıldı bu destanlar !
Hiç heveslenme !
Masa başında çizilmedi ki,
masa başında parçalansın,
yedi düvelin sayfa sayfa okuduğu
destanlara kitap olmuş bu topraklar…
Soysuz dedelerinin kahpe davasını güden o puştlar
işte bunu bilmez !
Biz bir ölüp bin doğarız !
VATAN AŞKTIR ! AŞIKLAR ÖLMEZ !

ERDEN ÜÇÜNCÜOĞLU

İzmir, 18 mayıs 2016

Zeybeğime…
Şahadet şerbeti içenlere…
Bugün doğan oğlum Derin’ime…

 
Paylaşmak Zenginliktir

Yorum yapın