AKP’NİN HDP DİLEMMASI !

Ülkenin İçişleri Bakanı televizyondaki açık oturumda bir yandan HDP’li belediyelere el çektirmesinin sebeplerini anlatırken…Bir yandan da aslında açık ve net suç duyurusunda bulunuyor. Bu belediyelerin ve itibarıyla HDP’nin, aleni bir şekilde PKK’ya hem maddi hem de insani kaynak sağladıklarını söylüyor. Bu konuda şüphe değil kesin tespitleri olduğunu açıklıyor. Gazeteci soruyor “HDP’yi kapatacak mısınız ?” Bakan topu taca atıyor “o yargının işidir” !  

Bakan parti kapatmanın yargının işi olduğu konusunda haklı ve fakat… Peki yargı kime bağlı ? Bu sorunun açık cevabına bağlı olarak Bakanın bu açıklamasının tercümesini de aslında “o Cumhurbaşkanının işidir” şeklinde okumak mümkündür.

Daha önce de bu sayfa okurlarının dikkatini çekip sorgulamaları için “Açın Şu HDP Kapatma Davasını” başlıklı bir yazı yazmış ve bu yazıda da bahsetmiştim… Alelade insanlar değil; ülkenin Cumhurbaşkanı, bakanları, milletvekilleri, iktidar müttefiki MHP’nin genel başkanı ve ekibi, tüm yetkili ağızlar her seferinde ve her türlü iletişim aracıyla hiç bıkmadan HDP’nin PKK’nın siyasi uzantısı olduğunu en yüksek perdeden haykırıyorlar. Peki… Ülkenin en yetkili ağızlarından çıkan bu ifadeler açık bir suç duyurusu olduğuna göre, parti kapatılmasıyla ilgili tek yetkili organ olan yargı (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı) neden bir türlü gerekli adımı atmıyor ?

Sebep… Adına Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi denilen, yargı dahil tüm erkleri tek elde toplayan, ne olduğunu ve nereye varacağını mucitlerinden başka hiç kimsenin çözemediği sistemdir. Tüm yetkilerin partili bir Cumhurbaşkanına göçerildiği bu sistemde, tüm kararların siyasi sonucundan ve maliyetinden de artık tek kişi mesuldür; bizzat Cumhurbaşkanı ! Dolayısıyla yargının Cumhurbaşkanı aleyhine siyasi maliyet doğuracak bir eyleme girişmesi söz konusu değildir.      

Sonuç… Belli ki siyasi sistem HDP’yi özellikle kapatmıyor / kapatamıyor ! Şayet HDP kapatılırsa elbette bunun iktidar yani Cumhurbaşkanı bakımından siyasi sonucu… Kürt oylarının çok büyük bir kısmı ile sonsuza kadar vedalaşması olacaktır. Ki o vakit Öcalan’ın kardeşini değil kendisini bile TRT’ye çıkartmanın fayda etmeyeceği açıktır.

Oysa… Kürtlerin 90’da HEP’le başlayan siyasi yolculuklarında birçok kez partileri kapatıldı. Ne var ki bunun siyasi sonucundan ne dönemin başbakanları ne de Cumhurbaşkanları sorumlu tutuldular. Çünkü yargı kendi sorumluluğu doğrultusunda işini yapmıştı ve siyaset yargının işi değildi ! Oysa bugün durum çok daha farklı ve zordur.

Bakın, parti kapatılmasının heveslisi ya da destekçisi değilim, bağımsız ve adil yargıdan yanayım. Adil olması koşuluyla yargılamak bir ceza değildir ve pekala beraat yani aklanmayla da  neticelenebilir. Ne var ki adil yargılamanın sonucunda verilebilecek olası bir cezanın da evrensel hukuka göre asıl amacı ıslahtır. 90’da kurulan HEP’in demokrasi ve insan hakları perdesinin altında açıkça ortaya koyduğu bölünme ve bağımsızlık ilanı ideolojisi… Aradan geçen bunca yıl sonra HDP evresinde artık, henüz yeterince samimi bulunmasa da, Türkiyelileşme açılımına dönüşmüştür. Her ne olursa olsun, bu evrimi tetikleyen en önemli etkenlerden birisi devletin kendi varlığını koruma refleksiyle harekete geçirdiği yargılama ve nihayetinde cezayla ıslah etme sistematiğidir. Ve görüldüğü kadarıyla işe yaramıştır.

Kürt oylarına yaklaşma pahasına milliyetçi oylardan uzaklaşma… Milliyetçi oylara yaklaşma pahasına kürt oylardan kopma üzerine kurulu kısır sisteme mahkum olmuş bir siyasi yapının içerisinde debeleniyoruz. Bu noktada en büyük ikilemi, artık tüm siyasi sorumluluğu tek başına üstlenen Cumhurbaşkanının yaşadığı muhakkaktır.

HDP ile ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti İç İşleri Bakanı tarafından ortaya atılan ve somut tespitlere dayalı olduğu ifade edilen konular çok ciddi boyutludur ve mutlak surette HDP’ye kapatma davası açılmasını gerektirir niteliktedir. Ancak HDP’ye açılacak olası bir kapatma davasının beraatle sonuçlanması Erdoğan’ın kendi sisteminde ciddi güç kaybına uğradığı, cezayla sonuçlanması ise… İç siyasette Kürt oylarını bir daha onulmaz şekilde kaybetmesi, dış siyasette de muhaliflerini anti demokratik şekilde yok eden bir diktatör olarak etiketlenmesi sonucunu doğuracaktır. Bu Erdoğan’ın ve itibarıyla AKP’nin en büyük dilemmalarından biri olduğu kadar devletin işleyişini de derinden etkilemektedir.          

En son yaşanılan seçim sonuçlarının analiziyle Kürt siyasetine yeniden yaklaşma eğilimi gösteren Erdoğan için bu yolda adım atmak artık çok güçtür. Nitekim görüldüğü kadarıyla kendisinin bu yaklaşımı AKP içerindeki bir alt akıl tarafından her seferinde bertaraf edilmektedir. Bilinçli olarak ortaya çıkartılan alternatif parti senaryoları da Erdoğan’ı bu alt akıldan kurtulmak konusunda çaresiz bırakmaktadır.  

Çıkan seslere bakılırsa… Davul ve tokmak henüz Erdoğan’ın kucağında olsa da bızbız (davulun küçük değneği) el değiştirmiş görünmektedir. Anayasayı mevcut duruma adapte etme tezgahıyla içerisine sokulduğu “Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi” denilen dönem; Erdoğan’ı siyasi kariyerinde en çok yıpratan, iç dengeler bakımından en çaresiz ve güçsüz kılan dönem olmuştur.

Şimdiki soru Erdoğan’dan sonra bu devasa yetkileri kimin ele geçireceğidir.

Acaba kendisini bu sisteme sırtından ittiren el mi, bızbızı ele geçiren el mi, alternatif parti kurduran el mi ?

Ve acaba…Yüzükler değişse de hepsi aynı el olabilir mi ?

ERDEN ÜÇÜNCÜOĞLU   

 
Paylaşmak Zenginliktir

Yorum yapın