BAŞBAKAN “SOYKIRIM” DİYECEK Mİ ?

Bu yazıyı şöyle bitirebilmeyi umut ederim… Günümüzde bir savaşın gerçek kazananı esasında o savaş meydanında hiç olmayan taraftır… Muhtemelen de savaştan sonra tarafları barıştırmaya çalışan, gerçek ve ortak düşmandır esas kazanan…

Amcasıyla yengesinin hiç çocukları olmamış… Onlar da ilkokulu Gümüşhane şehir merkezinde okusun diye kendilerine emanet edilen anacığımı çocukları bellemişler… Bu yüzden annem yengesine hep “yengeanne” derdi… Ona hem yenge hem de anne olmuş yıllarca…

Annemin “yengeannesi” Nazife nenemiz çok yaşlanınca ömrünün son demlerinde bizim yanımızda kalmıştı birkaç yıl. O yıllar ben liseye gidiyordum… Bir gün tarih ödevleri dağıtıldı, bana “1915 Ermeni olayları” düştü !

Kütüphaneye gidildi, kitaplar, ansiklopediler karıştırıldı, özetler çıkartıldı… Başından sonuna, ta ki tehciri de içine alan tüm olaylar okundu, öğrenildi… Ve o yaşlardaki her Türk gencinin hala hiç aksatmadan yaptığı gibi ödevin yazılması son geceye bırakıldı… Ben sayfaların, kitapların arasında boğuşurken birden aklıma nenem geldi… Öyle ya benim Gümüşhanem hem Rus işgali hem de Ermeni olaylarına sahne olmuştu ve canlı tarih hemen yanı başımdaydı… Belki okuduğum kitaplar yanlıydı, kim bilir resmi tarih belki de tek taraflı yazılmıştı… Koştum oturdum dizinin dibine, anlat bana nene dedim… Çocukluğuna gitti, gözleri dolarak başladı lafa “anlatayum uşağuma”…

Bizim oralarda Ermeni mahalleleri, Ermeni köyleri varmış eskiden… Anadolu’nun bir çok yerinde yaşandığı gibi bizim oralarda da kardeşçe, barış içerisinde, herkesin birbirine saygı ve sevgi beslediği yüz yıllar geçirmişiz birlikte… Neden sonra Rus işgali olacağı duyulmuş, nenem 9 – 10 yaşlarındaymış o yıllar… Birinci dünya savaşının açlık, yokluk, kıtlık yılları… Hem de öyle bir yokluk ki, bir avuç buğday bulan kendisini darı ambarında sanır, bir karga avlayıp etini yiyen ziyafet çektiğini düşünürmüş… Bırakın eli silah tutmayı, ayakta durmaya mecali olan bütün erkekler askerde, cephelerdeymiş… Derken Ermeni Çeteciler, Komitacılar basmış ortalığı… Birden eski komşular, dostlar, kardeşler şekil değiştirmeye başlamışlar. Oraların esasında hep kendi malları olduğunu, o bölgenin gerçek sahiplerinin kendilerinin olduklarını iddia etmeye başlamışlar… Türk köylerinde, Türk mahallerinde olaylar çıkmaya, evler yağmalanmaya başlamış… Olayları kısa sürede tek tük cinayetler ardından açık katliamlar izlemiş… Dere yataklarına indirip onlarca insan öldürürlermiş, o kadar ki “bazen dereler kan kırmızı akardı” derdi nenem… Komitacıların yaptıklarına çanak tutan eski komşular, hem onlardan hem de arkadan gelecek olan Ruslardan güç alıp her şeyi gasp etmeye ve bizimkileri de oraları terk etmeye zorlamışlar…

Ajite etmemek, eski yaraları kaşımamak için çok kısa geçiyorum nenemin ağlaya ağlaya anlattıklarını… Çoğu kadın, çocuk, yaşlı, on binler yayan, aç, susuz yollara düşmüş… Tüm hayatlarını, evlerini, köylerini, mezarlarını, anılarını, sahip oldukları her şeyi arkalarında bırakıp can derdinde Anadolu’nun içlerine doğru yürümeye başlamışlar… Gümüşhane’den Ankara’ya kadar göçmüşler Ermeni ve Rus mezaliminden kaçmak için… Yollarda on binler birbirine eklenmiş… Mahşeri yürüyüşte hastalık ve açlıktan binlercesi kırılmış… Nenem Sıvasın bir dağında anasını, Çorumun bir dağında babasını kaybetmiş, mezarlarının yeri bile belli değil… Başlarında en büyük ağabeyleri Yusuf kalmış, 15 yaşında…

Şans bu ya ! Rusya’da devrim olmuş, ordularını hızla geri çekmiş Ruslar… Ermeniler tek ve en büyük desteklerini kaybetmişler… Rüzgar tersine dönmüş birden bire ve dünün hesabı kesilmeye başlanmış… Devlet bakmış ki gerçekten soykırım olacak, bunları evvelce ortalığı kırıp geçirdikleri yerlerden “göç” ettirmiş, “öç” duygusuna kurban gitmemeleri için… Şimdi bunların “soykırım” dediği işte bu kendi ektiğini biçme hikayesidir… Bu resmi tarih değil, Nazifelerin, Yusufların yani bizim evin gerçek hikayesidir…

O yaşlarımdan sonra Ermeni arkadaşlarım oldu… İstemesek de konunun buralara geldiği, buraların kaşındığı, hatta zaman zaman ağzımızdan salyalar saçarak bağrıştığımız tartışmalar yaşadık… Haklı oldukları, Anadolu’da bizden daha eskiler biz sonradan geldik. Haklı olduğumuz, biz ne onlara ne de bir başkasına bin yıl hiç zulüm etmedik… Haklı oldukları, onlar yüzyıllarca devlete sadık kaldılar hatta teba – i sadıka (sadık tebaa) olarak anıldılar… Haklı olduğumuz, biz onları hep baş tacı yaptık… Haklı oldukları, tehcirin hemen öncesinde ve tehcir sırasında “öç” duygusuna kurban verdiler… Haklı olduğumuz, esas kıyımı onlar başlatıp “öç” ateşini yaktılar…

Herkesin kendi payına haklılık iddiasında bulunduğu bu türden hiçbir tartışma sonuca ermez, yüz yıl konuşsanız dibini bulamazsınız… Önemli olan şu soruya cevap bulmaktır; bin yıldır süren bu kardeşlik bir çırpıda nasıl bozulabildi, kim veya kimler bu nifakı araya sokabildiler, sonunda bu oyunun gerçek kazananı kim olacak ? Ermeniler mi, Türkler mi ? Hiç sanmıyorum… Tüm bu soruların gerçek ve tek cevabını bulursanız tartışmaya son verirsiniz…

Diğer ülkeler bir yana, yıllardır ABD başkanının ağzının içine bakma kişiliksizliğini sergiliyoruz “acaba soykırım mı diyecek yoksa Ermenice büyük felaket mi” diye… Soykırım demediyse bunu diplomatik bir başarı, bir büyüklük olarak kabul edip böbürleniyoruz… Hiç sormuyoruz “neye rağmen, neyin karşılığında, acaba hangi tavizlerle ?”… Büyük devlet olmak bu mudur ?

Benim için ABD başkanının ne dediğinin hiçbir önemi yok… Benim için önemli olan bir gün bizim başların “soykırım” deyip demeyeceği… “yok artık” diyenlere Kürt meselesinin gelişimine, açılımlara, süreçlere dikkatle bakmalarını tavsiye ederim… Sorunun yaratılışı, ortaya konuşu, dünyadaki gelişimi ve başlangıçtan bu yana devletin tavır ve tarzındaki gelişme ve değişmeleri hatırlamalarını öneririm…

Kürt’le Türk’ün savaşından esas kimin galibiyet beklediğini bulursak, yüz yıldır küllenmemiş olan Ermeni’yle Türk’ün savaşının muhtemel galibini de bulmuş olacağız… Bu savaşların gerçek kazananı meydanda görünmeyen taraftır… Bir yandan birbirinden dayak yerken, bir yandan da “acaba ne diyecek” diye savaşan tarafların hep birlikte ağzının içine baktıkları birileridir !

Büyük devlet olmak, alçaklık duygusuna, boy kompleksine kapılıp göz hizasında diplomasi arayışında olmak değildir…

Büyük devlet olmak “acaba ne diyecek” diye ağzının içine bakılan devlet olmaktır !

ERDEN ÜÇÜNCÜOĞLU

 
Paylaşmak Zenginliktir

Yorum yapın