ŞU TÜRKİYE SAĞLAK MI ?

 

Deneyin !

Esasen sol elini kullanan yani “solak” olan birine illa ki sağ eliyle iş yaptırmaya kalkışırsanız… Bocalar, aptallaşır, beceremez, eline yüzüne bulaştırır, üstüne başına döker, çaresizleşir.

Ve içgüdüsel olarak sola geçip işini yine sol eliyle görmeye başlar. Sonra vurursunuz kafasına… Yine sağa çevirirsiniz… Bir süre uğraşır, didinir, çabalar, saçmalar… Sonunda bunalır ve çareyi yine solda bulur ! Sonra yine bir sumsuk… Yine sağ… Ve çaresiz tekrar sol !

Diyeceksiniz ki; bir “sağlak” için de durum aynı değil midir ? Doğru ! Gelin kendisini “sağlak” olarak tanımlayan birine yakından bakalım… Türkiye’ye !

Ülkemiz… Barındırdığı sağ seçmen sayısının fazlalığı sebebiyle kendisini siyasetin sağında yani “sağlak” bir ülke olarak tanımlıyor ! Ne var ki sağımızı kullanmada bu kadar basiretsiz, beceriksiz ve aptalca davrandığımıza göre kendimize sormamız gerekiyor. Şu Türk sağının savrulmalarına… Savrulup savrulup kendini her seferinde solda bulmalarına… Sola yaslanır gibi olup kafasına yediği sumsukla yine sağa dönmelerine bakıp… Sormamız gerekiyor; biz gerçekten “sağlak” mıyız ? Bakalım !

1967 – 69 yılları… Birkaç yıl önce Kıbrıs’ta Türklere karşı kıyıma başlayan Rumlara müdahale etmek isteyen Türkiye’ye… ABD’den çok sert bir uyarı gelir ve nota verilir. Aynı dönemlerde ABD Ortadoğu’da tüm gücüyle Filistin’e karşı İsrail’i desteklemekte ve Vietnam’da da savaşmaktadır… Tüm bunlara tepkili olan ve kendisini “solak” olarak tanımlayan Türk gençleri… Beyoğlu’nda kendileri için özel boyanmış olan kerhanelerden çıkan ABD askerlerini döver ve denize atar… Yetmez ! 16 Şubat 1969 tarihinde Taksim’de ABD 6. Filo’yu protesto için bir miting düzenlerler… Bunu duyan Komünizmle Mücadele Derneği ve Milli Türk Talebe Birliği… Bir Cuma namazı çıkışında halka komünizme karşı savaş açıldığını ilan edip iki gün sonra düzenlenecek olan “6. Filo’yu Protesto” mitinginde “komünistlere” gereken dersi vermek üzere çağrı yapar… Kafa “Amerika’ya karşı olan Rusya’ya taraftır ve demek ki komünisttir” kafasıdır… Sonuç iki bıçaklanmayla ölüm ve yüzlerce yaralı !

O dönemlerden başlayan bu kafa uzun süre hiç değişmez… Ne zaman ki bu ülkede birileri “amerikan emperyalizmine” laf söylese… Hep komünist sayılacak ve susturulacaktır. ABD kendi desteği ve güdümüyle kurdurduğu bu örgütleri sistematik bir şekilde yönlendirerek… Bu ülkenin milli ve dini duygularını kabartıp köpürttüğü… Özellikle cahil ve fakir aile çocuklarını her zaman kullanacaktır… Hem de kendi kardeşlerine karşı !

Bir küçük parantez… Komünizmle Mücadele Derneğinin ve Milli Türk Talebe Birliği’nin kurucu ve eski üyelerini araştırırsanız günümüze kadar uzanan çok tanıdık isimlere rastlarsınız. Bunlardan birisini yazayım… Fetullah Gülen ! Kendisini artık yakinen tanıyor ve ABD’de himaye edildiğini biliyorsunuz. Diğerlerini siz bulun, kapattım parantezi.

Ne var ki… Komünizm bu ülkede hiç bir zaman 1 saatliğine bile bir tehdit oluşturmayacak ve 20 yıla kalmadan kendi duvarlarını yıkıp kendiliğinden ortadan kalkacaktır… Sonuç ! Olmayan bir şey için her iki taraftan binlerce ölü, on binlerce yaralı, idamlar, tutuklamalar, kayan hayatlar… Ve pişmanlıklar… Ve itiraflar !

Komünizmin kendisini imhasından sonra artık “komünist” tanımlaması da pirim yapmamaya başlar. Yeni bir söylem geliştirilmelidir “bunlaaarrrr” !! Mesela “bunlaaaarrrr zamanındaaaa köprüye de karşı çıkanlardııırrr” !! Bakalım !

Yıl 1970… İstanbul’a bir boğaz köprüsü yapılmak istenir. Başta Mimarlar Odası olmak üzere, bir çok meslek örgütü ve aydınlar karşı çıkar ! Ama neye ? Köprü yapılmasına mı ? Elbette hayır ! Köprünün yerinin planlamasına ve finansmanına ! İstanbul’a yapılacak olan köprü için belirlenen yerin şehrin desantrilizasyonuna sebep olacağı söylenir… Yani şehir merkezinin kayacağı, bunun da köprü ve yeni yapılacak yolların çevresinde plansız şehirleşme ve gecekondulaşmaya yol açacağı gerekçesiyle itiraz edilir. İstanbul’un planlanan nüfusunun etkileneceği ve yakın tarihte ikinci hatta üçüncü köprülere de ihtiyaç duyulacağı ifade edilir… Ayrıca köprünün ve bağlantı yollarının finansmanı konusu çözülmediğinden, plansız bir borçlanmaya sebep olunacaktır… Fal gibi yani…

Sonuçta fal çıkar ! Dünya mirası İstanbul iğfal edilir… Elimizde dünyanın en çarpık şehirleşmiş en kalabalık metropollerinden birisi kalır. Şimdi… İstanbul’da insanları yaşatabilmek için her gün paliyatif günlük çözümler üretmeye çalışıyor, sürekli yol ve köprü yapıyor, altını oyup oluklar açıyoruz… Dikine yükselen kulelerde insanları üst üste istifliyor… Kopup giden güvenlik kaygıları sebebiyle etrafı duvarlarla örülü, kapısında bekçiler bulunan “huzurlu yaşam alanları” dikiyoruz. Tabii ki TOKİ eliyle… Ve bunların maliyetini de halkın tümüne yüklüyor müteahhitleri zengin ediyoruz…

Aahh sağ tarafım ah ! Ne çektiysem senden çektim…

Yıl 1989 ! Türk halkına serbestçe istediği miktarda döviz satına alma, bunu tasarruf etme hatta isterse yurt dışına çıkarma hakkı verilir… Durun bu iş böyle olmaz, bu kadar rahat ve kontrolsüz yapılmaz diyenlere “bunlaaarrrr zamanındaaa cebinde 10 dolar bulduklarını tutuklayanlardıııııırrrr” ! Oysa kimse yapmayın dememişti… Sadece “bu kadar kontrolsüz yapmayın” demişti…

Sonuç ! Sanki yıllardır cebinde hep 10 dolarla gizli gizli gezip tutuklanacağından korkan ahalimiz… Aniden rahatlar. Başta dolar olmak üzere dövize hücum eder… Artık dolar en sağlamından bir yastık altı yatırım aracı olur… Milli para terk edilip yerini dolara bırakır… İç ticaret, sözleşmeler, kiralar hatta devlet ihaleleri bile dolara döner. Eskiden TL olarak dişinden arttırdıklarını… Hırsızdan korkup, ne bileyim ayakkabı kutularına falan saklayan fukaralar bile artık dolar biriktirmeye başlar. Ülke artık tümüyle dolarize olmuş ve başta FED olmak üzere uluslararası piyasalara ve lobilere falan tümüyle bağlı hale gelmiştir !

Uzun yazıyorsun diye kızanlar olacak yine… Kızdırmayalım ! Ve deniz biter… Bu durumlara düşüldüğünde… Her seferinde içten içe çalınıp söylenen türkü tekrar başlar “sağ yanım yoruldu soluma yaslan” !

Şimdi… ABD ve AB’ye rest çekiyoruz… Viyana’ya dayanır gibi gittiğimiz AB kapısından çekiliyor… ABD’ye öfke kusuyoruz. Devletimizi ele geçirmek isteyen emperyalist güçlere karşı direniyoruz… Sözüm ona doları ve dövizi hızla terk edip, milli paramıza dönüyoruz. Ruslarla tarihimizin hiçbir döneminde olmadığı kadar yakınlaşıyor… Komünist Çin’le birlikte hareket etmek için çabalıyoruz… İstanbul’u rezil ettiğimizi itiraf ediyoruz… Eğitimin çöktüğünü kabulleniyoruz. Özetle… Hızla ve iç güdüsel olarak sağımızdan solumuza dönüyoruz ! Her ne kadar… Cami, minare, kitap, milli laflarıyla süslense de… Yine yıllardır sol tarafımızın söylediklerine bir bir geliyoruz !

Soruyorum!

Biz “sağlak” mıyız ?

Yoksa tipimiz mi öyle gösteriyor ?

ERDEN ÜÇÜNCÜOĞLU   

 
Paylaşmak Zenginliktir

Yorum yapın