ASLINDA NE YAŞAMIŞ OLABİLİRİZ – 1

“Sen, ben, bizim oğlan, dayımgiller, baldız, bacanak, konu komşu, dost, düşman… Toplam 7 buçuk milyar kişiyiz şuracıkta… Bölsen… Kişi başına 1 buçuk dönümden biraz fazla bir alan düşüyor… Burada yaşıyoruz, gıdalarımızı buradan temin ediyoruz, burada üretip, burada çalışıp, burada yiyip içip, burada dinleniyoruz… Burada sevişip, burada savaşıyor, burada doğup büyüyüp ölüyoruz ! Burada mülk edinmeye çalışıp… Buraya gömülüyoruz !

Aslında hiçbir şey küresel falan değil… Şu büyük elmanın üzerindeki iki baş parmak izinde… Yüzde yirmimiz yüzde seksenimizi sömürerek yaşıyor… Yüzde seksenimiz diğer yüzde yirminin ekmeğine yağ sürmek için din, millet, vatan adına kavgaya tutuşuyor… Bu yüzde seksen Tanrı’nın aslında Müslüman mı, Hıristiyan mı, Musevi mi olduğuna bir türlü karar veremiyor… Türk, kürt, arap, çeçen, kırımlı, azeri, ermeni… Yalın kılıç birbirini doğruyor !

Gelişmiş %20 doğum hızını kontrol ediyor… Nüfus artışını, toplumu bilinçlendirerek yada kısır homoseksüel ilişkileri meşrulaştırarak baskılıyor… Gel gelelim… %80 az yiyor, kıtlık çekiyor, kötü besleniyor, sağlıksız koşullarda yaşıyor ama… Şu üç günlük hayatta bildiği en eğlenceli işi yaparak tavşan gibi ürüyor !

Sen ben o şimdilik 7 buçuk milyar kişiyiz… Ama bu eğlenceye bildiğimiz gibi devam edersek… Ve her şey yolunda giderse 2050 yılında 12 milyar olacağız ! Şimdiki kentlerde yaşayan 4 milyarlık nüfusumuz… O zamanın kentlerinde 8 milyarı yani iki katını bulacak ! Bir o kadar enerji, su, iş, aş ihtiyacı doğacak !

Yüzde 20 bunu görüyor… İki baş parmak izi üzerinde kendi yaşam alanını koruyabilmek için yarın vizelerin… Birlemiş milletler mülteci bilmem nesinin kendisine yetmeyeceğini ve… % 80’i daha fazla öldürmesi gerektiğini biliyor ! % 80’in doğum hızını yavaşlatamayacağına göre ölüm hızını arttırması gerekiyor ! Salgın hastalıklar bunun için çare değil, çünkü dar alana çok fazla sıkıştık ve tehlike kendisine de sıçrayabilir ! Ama bulaşıcı olmayan ölümcül hastalıklar, yanıltıcı tıbbi tedaviler, genetik olarak kodlanmış suni besinler, kötü su, kötü beslenme ve büyük savaşlar çaredir ! Ama bunları yaparken aslında bunları yapmıyormuş gibi yapmak gerekir… Hatta bunlara karşı duruyormuş ve bunlarla mücadele ediyormuş gibi davranmak !”

Bu satırlar 30 Eylül 2016 tarihli bir yazımdan… Çoğunuz son paragraftaki “salgın hastalıklar” saptamasını fark edip içinizden “nasılmış ama” demiş olabilirsiniz. Haklısınız ama benim kastım manipüle edilebilir bir salgın değildi ! Anlatayım…

Evet orta yerde bir virüsümüzün olduğu doğru. Solunum yoluyla bulaştığı doğru. Bilinen türlerine nazaran çok daha çabuk bulaşabildiği de doğru. Diğer yandan iyileşme oranının çok yüksek olduğu da doğru. Hatta bulaştığı kişinin bazen hastalığı çok fazla hissetmeden iyileşebildiği de doğru. Oranı düşük sayılsa da… Öyle ya da böyle öldürebildiği de doğru ! Zaten bu kadar meşhur olmasının sebebi; büyük ölçüde varlığını sürdürmek için muhtaç olduğu canlı bir konakla yayılabilmesi, ölüm oranının düşük, öldürme süresinin ise nispeten uzun olması. Şöyle düşünün… Ne kadar çabuk bulaşırsa bulaşsın, konakladığı bedeni yüzde doksan oranda ve bir saat içerisinde öldüren bir virüs çok fazla ileriye taşınamaz. Bu sebeple pandemi oluşturma ihtimali zayıflar ve sadece epidemiye yol açar; yani bir topluluk ya da bölgeyle sınırlı kalır. 

Çok uzatmayalım, gelelim şüpheli olduklarımıza…

Virüs yeni, henüz bilinen bir ilacı ve aşısı yok ! Peki test kiti nasıl ve neye göre var ? Direkt olarak bu virüsü mü tanılıyor yoksa corona ailesine mensup tüm virüsleri mi ? Ayrıca yapılan tüm bilimsel ölçümler, test ve analizlerde belirli bir “güvenilirlik seviyesi / confidence level” belirtilir. Bu, bilimsel olarak yapılan bir kamu oyu ölçümünde de vardır, bir kan tahlilinde de, bir su analizinde de ! Ama %80 ama %90 ama %99, tüm ölçümlerin doğruyu söyleme oranı bellidir. Bu testlerin güvenilirlik seviyesine dair şu anda hiç kimsenin kesin emin olduğu net bir bilgi yok ! Demek ki aslında… Üzerinde titizlikle durulması gereken bir olasılığı / şüpheyi tanılıyoruz test yaparak.

Bu demek ki size test yapılsa ve pozitif çıksanız bile aslında negatif olma, negatif çıksa bile aslında pozitif olma olasılığınız azımsanmayacak seviyededir ! Hatta pozitif çıksanız bile aslında benzer başka bir hastalığı da geçiriyor olabilirsiniz. Tabii ki bunu hekimler başka muayene bulgularıyla da birleştiriyor ve şüpheli vakayı izleyerek daha kesin neticeye gitmeye çalışıyorlar. Peki hekim kontrolünde olmayanlar ?

Testlerin güvenilirliği ele alındığında görünen o ki;  yapılan test sayıları, tespit edilen vaka sayıları ve iyileşen kişi sayıları gibi mukayeseli veriler aslında çok yanıltıcı olabilir ve bu itibarla manipülasyona çok açıktır ! 

Peki ya ölüm oranları ? Yaşamın tek gerçekliği gibi bu belanın da en gerçek tarafı ölüm ! Fakat buna da bir “ancak” saplaması yapabiliyoruz…

Çünkü tıp otoriteleri şu konuda uzlaşamıyorlar; bulaştığı kişinin gerçekte bu virüsten mi öldüğü veya bunun tetiklediği başka bir hastalıktan mı öldüğü ? Ya da bununla hiç ilgisi olmayan bambaşka bir sebeple mi öldüğü ! Ölüm raporlarındaki çelişki ve manipülasyonlar genellikle bu tutarsızlıktan ortaya çıkıyor. Tıp dünyasının gerçek bilimsellikten uzaklaşıp siyasetin emrine giren kısmı, burada yalpalamaya başlıyor.

Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarım tüm dünya ve tüm insanlık için geçerli. Özellikle bizim ülkemiz için sorabileceğim tek soru; bu virüsün ülkemize giriş tarihi ile ilgili şüphedir. Bu virüs eğer elinde pasaportla gümrük hattından yasal giriş yapmadıysa, bunun ülkemize giriş tarihini hiç birimiz takvim üzerinde işaretleyemeyiz. Mart ayına gelene kadar baş aktörler Çin ve İtalya ile aramızdaki yüzlerce uçak seferi ve gidip gelen binlerce insan olduğunu dikkate alırsak, bizim bu virüse dair bir milat tarihi oluşturmamız mümkün değildir ve çok öncesine gitmiş olduğumuz şüphesizdir.

Demek ki elimizde manipülasyona açık ve tüm olup bitenin seyrini tümüyle değiştirebilecek 2 ana argüman var; test verilerinin ve ölüm sayılarının manipülasyona açık olması ! Sonuç… Bu iki veri kolaylıkla ve dilendiği gibi manipüle edilebilir !

Günümüzden çok farklı koşullara sahip bir dünyanın var olduğu süreçteki İspanyol Gribi vakasına kadar geri gitmeye gerek yok. Ancak ikinci dünya savaşı sonrası koşulların oluşturmaya ve evirmeye başladığı yeni dünya düzeninde, insan yapısı tüm belalar her nedense hep sömürülen % 80’in yaşadığı alanlara isabet etti.

Ne tesadüftür ki bu covid belası ilkin direkt olarak G8 adı verilen en gelişmiş ülkelerde başladı ve arkasından en gelişmiş G20’yi esir aldı ! Peki sebep ne ? Bu sadece bir tesadüf olabilir mi ? Demokratik hak ve özgürlükler, edinilmiş sosyal haklar,  kişi başına düşen gelir, gelişmiş sağlık sistemleri ve daha bir çok konu bakımından dünyanın en iyi olanaklarına sahip olanlar için acaba diğerlerinin ahı mı tuttu ?

Yoksa manipülasyona dayalı yeni bir dünya planı mı var ?

G8‘in acaba bundan ne çıkarı olabilir ? Ve önce bir şey yokmuş gibi davranmasına rağmen akabinde adeta onun elini görüp “ben de varım” diyenlerin ve bir kısım G20’nin derdi de benzer midir ?

Çok uzatıyorsun diyen arkadaştan çekindiğim için onu da bir devam yazısında ele alalım !   

 
Paylaşmak Zenginliktir

Yorum yapın