TC SÜLEYMAN ŞAH ASKERİ ÜSSÜ !

 

Vay canına – Yok artık – Haydi canım – Bu kadar da olmaz !

Konuyu okuyup araştırmaya başlayınca, beni sürekli daha derine çeken her bilgi ve bulgu kimi zaman hayranlık kimi zaman da öfkeyle ağzımdan hep bu ifadeleri döktü… Eminim ki sizler de aynı duyguları paylaşacaksınız.

Sizleri 1921 yılında Fransa ile yapılan Ankara Antlaşmasına götüreceğim ama… Önce hafızalarınızı çabukça tazeleyerek tarihleri yerine oturtmam lazım.

Yıl 1920 ! Biliyorsunuz o yıl 23 Nisan tarihinde, kurtuluşumuzun ve kuruluşumuzun en önemli adımlarından birini gerçekleştirerek Büyük Millet Meclisini kurduk. İşte, antlaşmanın bir tarafı o şanlı Meclisçe oluşturulan Ankara Hükümetidir. Peki antlaşmanın diğer tarafında kim var ?

Kendilerine verdikleri “bağımsızlık sözü” oltasına atlayıp İngiliz, İtalyan ve Fransızlarla birlik olarak “halifeleri” Osmanlıya karşı savaşan Arap ülkeleri kazandıkları (!) zaferden sonra… 8 Mart 1920’de “Suriye Kongresini” toplayıp Suriye, Lübnan ve Filistin’in bağımsızlığını ilan ederler. Gelgelelim bu bağımsızlık sadece “bir ay” sürecektir. Zira… 18 – 26 Nisan 1920 tarihinde San Remo’da yapılan ve Sevr anlaşmasının son şekline karar verilen toplantıda İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan bir araya gelerek Osmanlı topraklarının ve Orta Doğu petrollerinin nasıl pay edileceğini kararlaştırırlar. Bu plana göre Suriye ve Lübnan Fransa’ya, Filistin ile Irak ise İngiltere idaresine bırakılacaktır. Fransa bu kararı “taze bağımsız” Suriye’ye tebliğ eder ve teslim olması için 14 Temmuz 1920 günü ültimatom verir. Bu karara uymayan “bağımsız” Suriye 23 Temmuz 1920 günü Fransa karşısında ordusunun tamamına yakınını yitirir… Şaşırdık mı ? Hayır ! Fransızlar ertesi gün kuşattıkları Şam’a Arapların sevgi gösterileriyle (!) girerler… Bu kez şaşırdık mı ? Elbette hayır ! Fransız idaresi altındaki sömürge 1946 yılına kadar sürecek ve Suriye bir daha hiçbir zaman huzur yüzü görmeyecektir !

Bu hatırlatmayı, 1921 yılında yapacağımız antlaşmanın muhatabının neden Suriye değil de Fransa olduğu anlaşılsın diye yaptım. Yoksa derdim Suriye’nin karakter tahlilini yapmak değildir.

1921 YILI – FRANSIZLARLA YAPILAN ANKARA ANTLAŞMASI

Peki Fransa bizim masaya neden oturdu ? Birincisi, şu şanlı Meclisin kurulmasından sonra ayağa kalkan Türk direnişi, Fransızları Adana, Antep, Urfa ve Maraş hattında ciddi şekilde yıpratmaya başlamış ve Fransa hem asker sayısını hem de harcamalarını arttırmak durumunda kalmıştı. İkincisi, bunlara maşa olan Yunanistan Anadolu’da kaybetmeye başlamıştı. Üçüncüsü ise batı emperyalizmine karşı gerçek (!) bir bağımsızlık savaşı veren Mustafa Kemal’in gitgide Müslüman dünyasının sempati ve desteğini kazanmaya başlamış olmasıydı.

İşte bu ve benzer birçok sebeple, yeni Türk Devletinin ilk kez bir batı ülkesi tarafından tanınması anlamına gelen ve gerçekte Lozan’ın hazırlığı sayılan 1921 Ankara Antlaşması yapıldı. Antlaşma bir barış antlaşması olduğu kadar aynı zamanda bir sınır antlaşmasıdır ve Suriye sınırımız bu antlaşmayla çizilmiştir. Bizi ilgilendiren de işte tam bu noktadır !

Nefesinizi ayarlayın, inmeye hazırsanız artık derinlere dalacağız…

Antlaşmanın tümü 13 madde ama bizim konumuzu ilgilendiren 3 maddesi çok önemli…

O zamanki adıyla İskenderun Sancağı olan Hatay’ın ileride (1939 yılında) Türkiye’ye katılmasını sağlayacak olan ve sancağa özerklik verip resmi dilini de Türkçe olarak belirleyen 7. madde.

Suriye ile aramızdaki bugünkü sınırı (Hatay hariç) belirleyen ve hattın İskenderun körfezinde Payas’tan başlayarak Meydan’ı Ekbez – Kilis – Çobanbey’den geçip, demiryolu Türkiye’de kalmak üzere Nusaybin’e varacağını belirleyen 8. madde.

Ve asıl en önemlisi 9. madde… Önemine istinaden bu maddenin metnini sizlerle aynen paylaşıyorum:

“Osmanlı sülalesinin kurucusu Sultan Osman’ın dedesi Süleyman Şah’ın Caber kalesinde bulunan ve Türk mezarı ismiyle belirli türbesi müştemilatı ile Türkiye’nin malı olacak ve Türkiye oraya muhafızlar koyacak ve Türk bayrağı çekecektir.”

Bu anlaşmaya göre 1921 yılındaki sınırımız ve Suriye’deki vatan toprağımız şu haritada işaretlediğim gibidir.

Göreceğiniz gibi 1921 yılında, en yakın sınır hattımızdan 92 Km aşağıda, Suriye’nin içerisinde, Fırat’ın doğusunda… Üzerine asker koyabileceğimiz ve bayrağımızı çekebileceğimiz, yeri yurdu belirlenmiş bir toprağımız vardır ! Antlaşmayla belirlenmemiş yani belirsiz (!) olan ise… Bu toprağın büyüklüğü, müştemilatın ne olduğu ve üzerine konuşlandırılacak asker sayısıdır ! Sanırım artık ne anlatacağımı biliyorsunuz…

Devamını oku…TC SÜLEYMAN ŞAH ASKERİ ÜSSÜ !

 
Paylaşmak Zenginliktir

DEVLETİN SİNSİCE (!) ELE GEÇİRİLMESİ

Devletin “sinsice ele geçirildiği” tespitine katılıyorsanız… Aşağıdaki yazıyı okuyun !

Devletin “ele geçirildiği” ancak bunun çok da “sinsice” yapılmadığı tespitine katılıyorsanız… Aşağıdaki yazıyı okuyun !

Devletin sinsice ya da değil ama… Bir şekilde “ele geçirilmesinin” sadece AKP döneminde olduğunu sanıyorsanız… Aşağıdaki yazıyı okuyun !

Aşağıdaki yazı benim kaleme aldığım bir yazı değildir. TBMM tutanaklarında başka bir konuyu araştırırken tesadüf eseri karşıma çıkan ve virgülüne dahi dokunmadan alıp sizle paylaştığım bir meclis görüşme tutanağıdır.

Bir yazıyı olduğu gibi paylaşmak çok tarzım değildir, genellikle kaynak göstererek alıntı yapar ve kendi yorumlarımı eklerim. Ama bu satırları herkesin olduğu gibi (!) okumasını özellikle isterim. Çünkü, isterim ki bu ülkede kardeş kanı dökülmesine sebep olan olayların hakikati herkes tarafından görülsün. İsterim ki, bu ülkede Fetullah Gülen gibilerin var olmasından çok önce hazırlanan tezgahlar ve o tezgahtarları himaye edenler bilinsin. İsterim ki, devlete sızmanın çok ta sinsice olmadığı, ayan beyan ortaya dökülen tüm tespitlere ve devletin kendi doğal reflekslerine rağmen birilerinin nasıl da göstere göstere korunup kollandığı anlaşılsın.

Laikliğin nasıl aşındırılıp Türkiye’de İslam’ın Araplaştırıldığını , dinin ve milliyetçiliğin nasıl başka emeller için kullanıldığını, seçimlerde neler döndüğünü, atama ve tayin hilelerini, sahte diplomaları hatta… Musul ve Kerkük’teki Türk varlığını sürdürme yolundaki devlet politikalarının nasıl engellendiğini ve nicelerini bu yazıda bulacaksınız. Herhangi bir yönlendirmeden kaçınmak için yazıda adı geçen kişileri araştırmak, konular ve kavramlarla ilgili yorum yapmak tamamen okuyucuya bırakılmıştır.

Ben vazifemi yaptım… Sıra sizde ! Roman gibi okumanız dileğiyle…

Sizi 8 Mart 1972 (!!) tarihine götürüyorum TBMM’nin 7. Birleşimine. (TBMM Tutanak Dergisi Cilt 11 Toplantı 11 s 233 – 251)

BAŞKAN — Buyurun, Sayın Mehmet Özgüneş.

MEHMET ÖZGÜNEŞ (Tabii üye) — Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri;
Diyanet işleri Başkanlığında kurulan bir şebekenin, Türk Milletinin ve Türk ülkesinin bütünlüğüne kadar, lâik Türkiye Cumhuriyetine kadar ve memleketin yüksek menfaatlerine kadar nasıl el attığını, yurt dışındaki birtakım gizli cemiyetlerle nasıl irtibat kurduğunu ve bu şebekeyi kimlerin nasıl himaye ettiğini burada vesikalariyle arz edeceğim.

Devamını oku…DEVLETİN SİNSİCE (!) ELE GEÇİRİLMESİ

 
Paylaşmak Zenginliktir

AFRİN BİZE GİRER Mİ ?

Afrin – Moskova arası 2.145 (iki bin yüz kırk beş) Km… Afrin – Washington arası 9.240 (dokuz bin iki yüz kırk) Km…

Afrin – Türkiye arası 24 (yirmi dört) Km !

Her büyük devletin kendi çıkarlarını ilgilendiren büyük ve ciddi hamlelerinin arkasında mutlaka titizlikle ayrı ayrı yapılan iç ve dış politika hesapları vardır ! Bu cümlenin altı çizilecek olan ilk kısmı “büyük devlet” ikinci kısmı ise “kendi çıkarları” ibareleridir.

Adamın birinin Rusya’dan diğerinin Amerika’dan, sanki sabah işe gider gibi binlerce kilometre öteye gidip, elin memleketine çökmesindeki profesyonelliğe bir bakın. Bir de bizim şu yürüme mesafesindeki 24 kilometre öteye gitmek için kopardığımız yaygaraya bakın… Tepenize çökeriz, üzerinize ineriz, oraya gelirsek çok fena yaparız, ayağınızı denk alın, tepemizi attırmayın, bir koyarız görürsünüz, bir gece ansızın gelebiliriz, apansız uyanırsan gecenin bir yerinde !

Hani, bunları duyan teröristin bırakın her türlü hazırlığı yapıp size karşı tüm tedbirleri almasını… Beklemekten canı sıkılır, geleceğimizden ümidini keser ve söylenmeye başlar… Bekledim de gelmedin, gözüm yolda gönlüm darda, sen gelmez oldun !

Bilgisayar oyunlarına bayılırım, özellikle de strateji oyunlarına. Uzun yıllar önce oynadığım bir savaş stratejisi oyunu vardı, savaşların meydanlarda yapıldığı eski çağlarda geçen bir oyun. Ordunuzun başında savaşa göndermek için seçeceğiniz farklı özellikte komutanlar vardı. Liderlik özelliklerinin arasında bir tanesi çok dikkat çekiciydi “charism” yani karizma ! Yüksek karizmalı komutan seçtiğinizde ne oluyordu biliyor musunuz ? Savaş meydanında sesi çok daha uzun mesafeden duyuluyordu… Yani daha karizmatik komutan demek daha iyi bağıran, sesini en uzaktaki askerlere bile duyuran ve dolayısıyla ordusunun kontrolünü kolay kaybetmeyen komutan demekti ! Ama sadece karizmaya yüklenmek yani en fazla bağıranı seçmek… Size savaşı kazandırmıyordu ! Çünkü genellikle karizması yüksek olanların, daha önemli diğer özellikleri düşük oluyordu, “skill” yani kabiliyet ve “intelligence” yani zeka gibi ! Oyunun mesajını aldınız sanırım.

Büyük devlet olmanın en önemli iki unsuru ekonomik ve askeri güç. Her ikisinde de ulusal ölçekteki gücünüzün dünyanın geri kalanı üzerindeki etkisi sizin global gücünüzü belirliyor. Yani dünyanın geri kalanı size ne kadar ihtiyaç duyuyorsa, o kadar etkili ve güçlüsünüz. Sizin çok bağırmanız değil, sesinizin diğerleri tarafından ne kadar duyulduğu ve ne denli dikkate

Devamını oku…AFRİN BİZE GİRER Mİ ?

 
Paylaşmak Zenginliktir