Küçüktük, küçücük… Avaz avaz, bağırış çağırış geldiğimiz şu dünyanın acı tadını anlamayalım diye… Şeker verdiler ağzımıza, rengarenk, çeşit çeşit…
Küçüktük ya… Şu dünyanın acısını perdelemek için… Rengarenk çeşit çeşit oyunlarla, oyuncaklarla avuttular…
Sonra bir gün “yeter artık” dediler… Çekip aldılar elimizden hepsini… Şekerleri, macunları, bayram ayakkabılarını, topları, topaçları… Kaybolup gitti palyaçolar, çizgi filimler, el ele tutuşup gidilen panayırlar… Hani nerede o güzel yüzünün ortasında minik üzüm tanesi gibi burnu olan, sevmeyi beceremediğim sarışın kız Çiğdem ? Hani, başka ne paylamış olabilirim ki, sabah akşam beraber oynadığım en yakın arkadaşım Uğur ? Biri sevgi diğeri ilgi… Yitip gitti hepsi de anılarda…
Acıya dayanmak kadar tatsız, acı kadar avuntusuz değil misin sen dünya ? Ne tatlar kattım sana, ne renkler dokudum yaşamıma… Başarabilmek için kimi zaman baş köşesinde hayatın, kimi de saklanıp kuytuda… Ama oh olsun… Başardıklarım hep “ben”imdi, kaybolanlar hep sana…